Öğretmenler Neden Artık Öğretmenliği Tavsiye Etmiyor?
Bir zamanlar çocuklara ışık olmanın en anlamlı yolu sayılan öğretmenlik, bugün kendi içinde sessiz bir kopuş yaşıyor. Artık öğretmenler, öğrencilerine bu mesleği önermekten kaçınıyor. Üstelik bunu bir öfke ya da hayal kırıklığıyla değil, derin bir yorgunlukla yapıyorlar. Çünkü biliyorlar ki, bugünün eğitim sistemi bir ideal değil, bir denge arayışı.
Özel okulda çalışan bir öğretmen, günün büyük kısmını performans raporları, veli memnuniyeti ve kurumsal beklentiler arasında geçiriyor. Öğretmenlik artık bir insana dokunma mesleği değil, bir sistemin ritmini ayakta tutma uğraşı. Ne kadar iyi ders işlediği değil, kaç veli memnun kaldığıyla ölçülüyor. Her öğrenci bir istatistik, her sınıf bir satış raporu. Öğretmenin sesi, kurumun sesiyle karışıyor.
Kamu öğretmeni ise başka bir labirentin içinde. Güvencenin sağladığı istikrar, zamanla durağanlığa dönüşüyor. Yaratıcılığın yerini mevzuat alıyor. Yenilik isteği, idari sınırlarla törpüleniyor. Öğretmenler aynı soruyu yıllardır sessizce soruyor: “Gerçekten öğretiyor muyum, yoksa sadece sistemin devamını mı sağlıyorum?”
İki dünya birbirinden farklı görünüyor ama aynı sessizlikte buluşuyor. Özelde öğretmen kurumla, devlette öğretmen sistemle konuşuyor. İkisinde de karşısında bir muhatap yok. Bu yüzden öğretmenlik artık bir iletişim değil, bir direniş biçimi.
Mesele yalnızca maaşla açıklanamaz. Maddi dengesizlik bu hikâyenin sadece görünen yüzü. Asıl mesele, anlam kaybı. Öğretmenler, kendi emeklerinin sonuçlarını göremedikleri bir döngünün içinde var olmaya çalışıyorlar. Bilgi hâlâ aktarılıyor, ama değeri ölçülmüyor. Öğrenci öğreniyor ama öğretmen tatmin olmuyor. Bu çelişki, mesleğin ruhunu kemiren en sessiz yara.
Eskiden bir öğretmen, geleceği biçimlendirdiğine inanırdı. Şimdi birçok öğretmen, geleceğin dışında kaldığını hissediyor. Eğitim politikaları hızla değişiyor, müfredatlar sürekli yenileniyor, beklentiler çoğalıyor; ama bu değişimlerin hiçbiri öğretmenin mutluluğunu artırmıyor. Yapılar gelişiyor, ama içlerindeki insan buğulanıp silinmeye bırakılıyor.
Toplum da bu dönüşümün farkında, ama tepkisiz. Öğretmenlik artık gençlerin gözünde bir istikrar değil, bir risk alanı. Tıp, mühendislik, yazılım gibi meslekler net sonuçlar vaat ederken, öğretmenlik belirsiz bir geleceğin sembolü haline geldi. Ne öneriyorlar ne vazgeçiriyorlar; sadece susuyorlar. Çünkü bazı şeyler artık söylenmese de anlaşılır İtibar kaybı, görünür bir düşüş değil; daha derin bir buğulanma durumu. Öğretmen hâlâ toplumun en çok ihtiyaç duyduğu kişi ama artık en az dinlenen ses. Herkes ondan bir şey bekliyor, ama kimse ona neye ihtiyacı olduğunu sormuyor. Takdir, teşvik ve güven gibi soyut değerler yerini raporlara ve anketlere bırakmış durumda. Eğitim, bireye dokunmanın değil, sonuç üretmenin alanına dönüşmüş.
Yine de bu hikâyenin tamamen karanlık olduğunu söylemek doğru olmaz. Çünkü hâlâ sınıfa girdiğinde gözleri parlayan, her sabah aynı heyecanla tahtaya yönelen bir öğretmen kuşağı var. Onlar, sistemin içinde bir direnç hattı oluşturuyorlar. Öğretmenliği yeniden insanla, değerle ve anlamla tanımlamaya çalışan sessiz bir azınlık. Fakat bu azınlık, yalnız.
Bir öğretmen için en ağır şey, kendi mesleğine inancını kaybetmek değil; öğrencisinin geleceğinde bu inancı yeniden yeşertememek. Öğretmenlik, bilgi değil umut aktarımıdır. O umut zayıfladığında, sistem ne kadar güçlü olursa olsun öğrenme cılız kalır.
Bugün öğretmenlerin gençlere öğretmenliği tavsiye etmemesi, bir meslek eleştirisi değil; bir çağın yansıması. Çünkü artık bilgiye ulaşmak kolay, ama anlamı taşımak zor. Öğretmenlik tam da bu zorluğun merkezinde. Toplum, eğitimden sonuç bekliyor; öğretmenlerse artık bu sonucu hangi inançla vereceklerini bilmiyor.
Belki de çözüm, öğretmenliği yeniden “iş” olmaktan çıkarıp toplumun vicdanında yeniden konumlandırmak gerekir. Maaşın değil, anlamın; mevzuatın değil, insani bağın merkezde olduğu bir düzen. Öğretmen mutlu olduğunda, öğrencinin ufku genişler. Ama mutsuz bir öğretmen, en parlak zihinleri bile soluklaştırabilir.
Bir ülkenin geleceği, öğretmenlerinin çocuklara ne öğrettiğinden çok, onlara ne hissettirdiğiyle ölçülür. Eğer öğretmen artık mesleğini önermiyorsa, bu toplumun bilgiyle değil, inançla ilgili bir kriz yaşadığını gösterir.
Ve belki de asıl soru şudur: Öğretmenlik gerçekten değer kaybetti mi, yoksa biz değer vermeyi mi unuttuk?