Cumhuriyetin Son Yıllarında Öğretmenin Aydın Sınıftan Ayrılışı Üzerine
Bir ülkenin aklıyla vicdanı arasındaki köprü öğretmendir. Bu köprü yıkıldığında sadece eğitim değil düşüncenin kendisi de daralır. Bugün “entelektüel” dendiğinde öğretmen figürünün belirmemesi ülkemizin birikimlerinin en sessiz kayıplarından biridir. Oysa bir zamanlar öğretmen, kalem tutan elin de fikir yontan aklın da sahibiydi.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında öğretmen, ulusun inşasında hem aklın hem vicdanın rehberiydi. Ancak zamanla öğretmenlik, entelektüel sınıfın merkezinden uzaklaşarak bürokratik bir kimliğe sıkıştı. Bu kopuş, yalnızca mesleğin değil, düşüncenin de yoksullaşması anlamına geliyor.
Cumhuriyet’in ilk kuşak öğretmenleri bir idealin taşıyıcısıydı. Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un öncülüğünde şekillenen eğitim politikası, öğretmeni “yeni insanın mimarı” olarak konumlandırdı. Köy Enstitüleri, öğretmenin yalnızca ders anlatan değil, aynı zamanda üreten, düşünen ve topluma önderlik eden bir figür olması gerektiği fikrini somutlaştırdı
Reşat Nuri Güntekin gibi yazar öğretmenler, Cumhuriyet öğretmeninin ruhunu edebiyata taşıdılar. “Çalıkuşu”nun Feride’si, yalnızca bir karakter değil, bir dönemin kültürel idealidir. Öğretmen, kalemiyle köylüyü aydınlatan, şehirle taşra arasındaki kültürel boşluğu kapatan kişidir.
1940’lardan itibaren öğretmenlik yalnızca bir kamusal görev değil, bir vicdan mesleği olarak da tanımlanmaya başladı. Bu dönüşümün en belirgin sesi Nurettin Topçu idi.
Topçu’ya göre öğretmen, “bilgi aktaran bir memur” değil, “ruhu uyandıran bir mürşid”dir. Türkiye’nin Maarif Davası’nda “Maarif davamız insan davasıdır” diyerek, öğretmenliğin etik ve metafizik boyutuna dikkat çekmiştir.
Topçu’nun öğretmeni, Hasan Âli Yücel’in akıl öğretmeninden farklı olarak ahlakın ve iç derinliğin temsilcisidir. Onun “isyan ahlakı” öğretmene düşünsel bir sorumluluk yükler: itaat etmek yerine sorgulamak, ezberletmek yerine düşündürmek. Bu anlayış, öğretmenliği bir “aydınlanma misyonu” olarak değil, bir “kendini adama eylemi” olarak yeniden tanımlar.
1980 darbesiyle birlikte eğitimde ideolojik gerilimler bastırılırken, öğretmenliğin toplumsal ve entelektüel işlevi de zayıfladı. Eğitim sistemi, merakın ve sorgulamanın değil, standartlaşmanın alanına dönüştü. Bir zamanlar kültür politikalarını şekillendiren dergi çıkaran, fikir yazıları yazan, toplumla etkileşimde bulunan öğretmen tipi; yerini yönetmeliklerin, hazırlanırken fikri alınmayan müfredatların, tepeden inme projelerin uygulayıcısı olan liyakatsiz yöneticilerin arasında sıkışıp kalmış öğretmene bıraktı. Öğretmen artık toplumsal vicdanın değil, sistemin işlevsiz bir memuru oldu. Bu dönüşüm, öğretmenliği hem kültürel hem de düşünsel üretimden kopardı. Özgürce düşünen, yazan ve toplumu dönüştürmeye çalışan lider öğretmenler olmadan eğitimin niteliği üzerinde çalışmalar yapmak mümkün olmayacaktır. Bu nedenle değişiklik süreçlerinde bakanlığa düşen öğretmeni sürecin sonunda değil başında dinlemektir. Öğretmen yönetim süreçlerine ne kadar dahil olursa değişim o kadar başarıya ulaşacaktır