Bir Soruyu Yeniden Düşünmek: Ölçmek Neyi Meşrulaştırır?
Bir eğitim sistemi, yalnızca öğrenciyi değerlendirme biçimiyle tanımlanmaz;
aynı zamanda hangi beceriyi toplumsal değer hâline getirdiğiyle de tanımlanır.
Ve her sınav, açıkça yazmasa da bir varsayım taşır:
“Bu ülkede değerli olan şey budur.”
Bugün Türkiye’de tartışma, teknik görünen bir soruya sıkışmış durumda:
“Çoktan seçmeli mi, açık uçlu mu?”
Oysa bu, yöntemi konuşarak düşünceyi kaçırma riskini taşır. Asıl soru daha üsttedir ve kaçınılmazdır:
Biz bu ülkede hangi zihniyet formunu ödüllendirmek istiyoruz?
Sınav yalnızca yanıt toplamaz;
düşünme biçimi üretir, hafızayı şekillendirir, anlamayı kurar.
Bu nedenle sınav sistemi, pedagojik bir araçtan önce, kamusal aklın mimarisidir.
Bilmek mi, Gerekçelendirmek mi?
Modern dünyada bilgi, artık sahip olunacak bir varlık değil;
işlenmesi, dönüştürülmesi ve ilişkilendirilmesi gereken bir süreçtir.
Bunun bir sonucu var:
Bir şeyi bilmek artık yeterli değil; o bilgiyi niçin savunduğunu açıklamak zorundasın.
Çünkü çağ, “doğru cevap” çağını geride bıraktı. Belirsizliğin hâkim olduğu bir dünyada,
temel beceri doğruyu seçmek değil; doğruyu kurmaktır.
Açık uçlu soruların değeri burada ortaya çıkar.
Bu sorular öğrenciden yalnız bilgi değil,
düşünsel sorumluluk talep eder.
Ve düşünsel sorumluluk, demokratik bir toplumun en temel davranışıdır.
Asıl Direnç Nerede?
Bu dönüşüme itiraz edenler genellikle teknik gerekçeler sunar: “Kağıtlar nasıl okunacak? Zaman yetmez. İnsan hatası olur.”
Oysa direnç çoğu zaman teknik değil;
alışkanlıkların güveni ile ilgilidir.
Standartlaştırılmış testler,
hız, düzen, ölçülebilirlik ve kontrol hissi üretir.
Ancak aynı anda zihin için dar bir hareket alanı yaratır.
Bu, bir konfor alanıdır.
Ve konfor, düşünceyi her zaman beslemez.
Bir toplum, kendi bilişsel güvenli alanının dışına çıkmayı göze almadan
yenilik iddiasında bulunamaz.
Teknoloji Çözüm Değil, Eşik
Yapay zekâ, tartışmanın merkezine konulduğunda konu yanlış çerçevelenir.
Mesele teknoloji değil; teknolojinin hangi epistemolojik düzende kullanılacağıdır.
Makine, hız sağlar.
İnsan, anlam verir.
Birinin yokluğu sistem hatası yaratır;
diğerinin yokluğu anlam erozyonu doğurur.
Dolayısıyla mesele şu değildir:
“Yapay zekâ sınavı okuyabilir mi?”
Elbette okuyabilir.
Gerçek soru şudur:
Biz hangi tür doğruluğu güvenilir buluyoruz ölçülmüş olanı mı, açıklanmış olanı mı?
Bu soruya verilen cevap,
bir sınav sisteminden çok daha fazlasını belirler: bir toplumun hakikati nasıl inşa ettiğini.
Geçiş Değil, Eşik
Açık uçlu maddeler, pedagojik bir yenilik değildir; zihinsel bir eşiktir.
Bu eşik geçildiğinde,
ölçme-değerlendirme artık yalnızca öğrenciyi sınıflandırmak için değil,
düşüncenin kamusal niteliğini geliştirmek için var olur.
Ve bu, sınavları zorlaştırmak değil;
toplumu yetişkinleştirmektir.
Çünkü özgüven sahibi ülke,
gençlerinin karmaşık cümleler kurabileceğini varsayar. Varsayım, ilerlemenin ilk biçimidir.
Türkiye bugün önemli bir kararın eşiğindedir.
Bu karar bir soru formatı meselesi değildir.
Bu karar şunu belirleyecektir:
Gelecek kuşağı bilgiyle donatılmış sessiz zihinler olarak mı, yoksa düşüncesini temellendirebilen, kendi iddiasını üreten bireyler olarak mı yetiştireceğiz?
Her nesil kendine bir görev seçer.
Bizim neslimizin görevi, gençlerden daha fazla cevap istemek değil;
onların daha karmaşık sorular kurmasına alan açmaktır.
Çünkü gerçek ilerleme,
cevabı bilen toplumlarda değil,
sormaktan vazgeçmeyen toplumlarda şekillenir.
Ve bu sefer seçilecek bir şık yok.
Sadece bir yön var:
Bilincin olgunlaştığı bir ülke olma yönü.